7 Mart 2010 Pazar

Gece sesleri...

Güneşli, açık ama soğuk bir günün ardından gece iyice serinledi. İlerleyen saatlerde gün içindeki güzelliği unutturan görüntülere bakarken baharı unutup, kışa döndük yeniden... Saat 20.00 civarında kar yağmaya başladı. Belki de bu yılın en güzel kar yağışıydı bu, "lapa lapa" diye tabir ettiğimiz ve iri tanelerden oluşan beyaz parçaların savrularak yere düşmesi konfeti seremonisi gibiydi... Bir saat kadar devam eden bu güzellik sona erdiğinde soğuk ve karanlık bir gece başlamıştı benim için.
Ve böyle bir gecede birine rastladım... Vakit hayli geçti, yeni günün ilk dakikalarındaydık. Karanlığın içinde kaybolmaya meylederken "Ne işin var bakalım burada?" sözleriyle irkildim. Sesin geldiği tarafa baktım kimse yoktu, ama sesi duymuştum... Fısıltı halinde bir söz, mırıldanırken tırmalıyordu içimi...
Durdum... Etrafıma bakındım...
Kimse yoktu...
İyi ama bu ses nereden geliyordu?
Duymuştum o sesi ama sahibini göremiyordum. "Sesi var kendisi yok, kimseyi göremiyorum ama biri var" diye düşünürken sorunun cevabı dökülüyordu dilimden:
- Ne işim mi var? Hiçbir işim yok, daha doğrusu işim de yok ama buna mukabil en ağır işçi benim, çünkü gün 24 saat seni düşünüyorum. Düşündüğüm üstünde çalışıyorum. Düşünmek üretmektir, üretmekse bir duyguyu dile getirmek. Dolayısıyla işimin ne olduğunu bilmesen bile görürsün gözlerimde aksini. İşim gördüğün gibi gece-gündüz demeden dolaşmak ve sessiz sokakların sesini dinlerken bir çift gözün gölgesinde zamanı unutmak. O gözlere baktım ve tevazulu bakışlarından feyz kaparak yerine koydum şimdiden. İstedim ki o gözler "8 Mart"a açılan bir kapı olsun...
"Ne işin var demiştin?" değil mi, "Galiba bunu bende bilmiyorum..." dedikten sonra yine sesten önceki sessizliğin içine dalmış, kaybolan sesin yokluğunda derin bir hüzne kapılmıştım. Oysa birkaç dakika öncesine kadar ne böyle bir sesten, ne de sesin sahibinden habersiz arşınlıyordum geceyi. Ve bir anda her şey tepetaklak oluyor, bir sözle birlikte gecenin karanlığına inat aydınlanıyordu yüzüm...
O ses...
Duymadan dinlediğim...
O ses...
Dinlerken kendimden geçtiğim...
O ses...
Özlediğimdi...
O ses...
Unutmamak için beynimin kıvrımlarına saklayıp adını zikrettiğim bir sesti ve olmadık bir zamandaki fısıltısı geceye keder, gönlüme heder olmuştu dün gece yarısı... Bu nasıl şey bilmem... Nasıl oluyor da anlıyordu burada olduğumu bilmem? Uzun zamandır ilk kez giriyordum kalabalığın içine ve giriş sebebim de mevcut yüzlere bakıp birini görmek ve görebilmek umuduyla sevinebilmekti... Ve o kalabalığın içinde olma ihtimali çok düşükken, üstelik bu saatte orada olacağımı bende bilmezken gecem güzelleşiyordu gaipten gelen fısıltılarla...
Demekki sen gelecekmişsin... Demekki ben kendi kendime konuşup hayalle-gerçek arasında duyduğum, ya da duyduğumu sandığım sesin melodik tınısına kapılıp görmediğim birine "Merhaba" diyecekmişim dinmeyen özleminden...
Sabah uyandığımda gecenin ve gece seslerinin etkisiyle uyanmakta güçlük çekiyordum. Başucumdaki çerçeveye bakarken gaipten gelen seslerle kesintiye uğrayan gecede görmediğim birine, sırf sana benziyor diye cevap verdiğimi düşünüyordum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder